Tulga: Alkışlıyorsunuz ama konuşmanız tercüme ediliyor

Amerika’da başlayıp Venezuela’da devam eden ve Türkiye’de 55 yaşında noktaladığı profesyonel kariyer hayatında edindiği tecrübeleri artık Mentoro Platformu ile Türk şirketlere aktarıyor, Şahin Tulga. En büyük çabası ise Türkiye’de yerleşmiş olan “yanımda çalışan kişiyi öne çıkartırsam beni yerimden eder” düşüncesini bertaraf etmek. Bu vizyonu benimsemesine neden olan kariyer yolculuğundan aklında kalan kesitlerle, bu hafta ANEKDOT köşemizin de konuğu Şahin Tulga…

Şahin Bey, kariyerinizin ilk yıllarıyla başlayalım mı?

Yüksek teknoloji eğitimi gördüm. Ankara Fen Lisesi’nin ardından MIT’de lisans ve yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Bir gün hocam beni çağırdı. Dedi ki “Şahin, Venezuela’da bir danışmanlık projem var. Ben gidemeyeceğim çünkü Washington’da ulusal mühendislik akademisi toplantılarına katılmam lazım. Sen gidebilirsen çok memnun olurum.” Ben de o zaman araştırma mühendisliği yapıyorum, bir taraftan da doktorama başlamışım. Yıl 1980, aldığım aylık ücret de 455 dolardı. Ne kadar ücret vereceklerini sordum. Günlük ücretin bin dolar olduğunu öğrenince gitme isteğim arttı. Hemen “memnuniyetle giderim” dedim ve atladım, Venezuela’ya gittim. 1980 yazındaki çalışmam karşılığında dönüşte 91 bin dolarlık bir çek verdiler. İyi eğitim görmüş olmanın bir karşılığı olduğunu anlamak için aldığım ilk dersti bu.

Venezuela’da danışmanlık yaptığım yer Caracas’ın bir banliyösünde bulunan Venezuela Petrol Teknoloji Enstitüsü’ydü. Amerika’ya dönünce hocama gittim, “Petrol sektörünü çok sevdim, ben bu sektörde çalışacağım” dedim ve iş hayatına atıldım. İlk patronum Steve Jordan çok eğlenceli ve rahat bir adamdı. Çok stresli işler yapıyorduk fakat Steve bana eğlencenin, resmiyetten uzaklığın önemini öğretti, yani ‘hem eğlenceli olabilirsin hem de işini çok iyi yapabilirsin’ gerçeğini ondan öğrendim. Hep derler “ilk patron çok önemlidir, tüm hayatınız boyunca stilinizi oluşturur.”

Neyse, çalıştığım şirkette Türkçe fıkraları kendimce tercüme ediyor, yerelleştiriyor ve Amerikalılara anlatıyordum. Birden, çok popüler bir insan oldum. Şirketin her türlü toplantısının açılış konuşmasını bana yaptırıyorlardı. Ben de duruma uygun komik bir hikâyeyle başlıyor, sonra son derece teknik konulara geçiyordum. Sunumların kapanışını da ben yapıyordum. Lakabım da “Turkish delight” idi, yani Türk lokumu.

Bu arada, çalışmaya başladıktan 6 ay sonra beni araştırma, geliştirme bölümünün de başına getirdiler. Bu da bana teknolojik yetkinliğin yanı sıra iletişimin de çok önemli olduğuna dair bir ders oldu. 26-27 yaşlarında bu dersleri aldığım için çok şanslıyım.

● Sonra Türkiye’ye döndünüz.

Askerlik için Türkiye’ye döndüm. 1983’ün Ankara’sı. Askerlikten sonra Amerika’daki şirketimle çalışmalarıma IBM’nin Ankara’daki ofisinde bilgisayarda zaman kiralayarak devam ettim. Sonra Amerika’ya dönmeyip Türkiye’de kalma kararı verdim. Çok yurtsever yetiştirilmiş bir insandım, dedim ki Türkiye’deki insanlara, vatanıma faydam olsun. Çalıştığım şirket daha ağırlıklı olarak petrol sondaj ve çıkartma konusunda danışmanlık yaptığı için Petrol Ofisi’ne başvurdum. TÜBİ- TAK MAM’a başvurdum. Başvurularıma cevap bile gelmedi. Ben de mecburen bilgisayar sektörüne girdim. Atilla Kayalıoğlu beni iki yatırımcı ile tanıştırdı ve biz 1983 senesinde IBM PC bayisi olarak Ankara’da çalışmaya başladık. Bu da çevrenin ne kadar önemli olduğunu gösteren başka bir ders.

● Yurt dışında yaşadığınız enteresan bir anınızı paylaşabilir misiniz?

1992 yılında bir grup bilişimci Kazakistan’a davet edildik. Kazakistan daha yeni Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını ilan etmişti. Ben de bu grubun en genciydim ve sanıyordum ki Kazakistan’da herkes Türkçe konuşuyor. Havaalanında anladım ki yarı Türkçe, yarı başka bir dil konuşuyorlar. Türkçeye benziyor, kelimelerin birçoğu benzer fakat anlamadığımız kelimeler de çok. Neyse, başkent Almatı’ya vardık. Bizi içinde yaklaşık 200 kişi olan hangar gibi bir salona götürdüler. Orada beş altı kişi konuşmalar yapacağız ve en genç ben olduğum için de protokolde ilk ben konuşacağım. Kürsüye çıktım ve konuşmama yine bir hikâyeyle başladım. Kimse gülmedi, “herhalde anlamadılar” diye düşündüm. Biraz İngilizceye döndüm, yarı Türkçe yarı İngilizce cümlelerle konuştum. “Yaşasın Türkiye Kazakistan kardeşliği, bizim atalarımız aynı. Bilişimle ilgili ne biliyorsak size öğreteceğiz, hep beraber kalkınacağız” gibi cümleler kurdum. Çıt yok, hiç alkış yok.

Gülümseme bile yok! Sonra sıradaki Kazak kalktı. Konuşmaya başladı. Daha birinci dakikada büyük bir coşkuyla alkışlanmaya başladı. Anlattıkça coşku daha da arttı. Herkes alkışlıyor, ben dinliyorum. Söyleneni anlamamama rağmen ben de havaya girip alkışlamaya başladım. Diğer yanımda oturan ve İngilizce bilen Kazak bana bakıyordu sanki yanlış bir şey yapıyormuşum gibi… “Ne oldu, yanlış bir şey mi oldu” diye sordum. “Alkışlıyorsunuz ama o arkadaş sizin konuşmanızı tercüme ediyor” diye cevap verdi. Orada yaşadığım bu hikâye, o tarihten sonra yaptığım konuşmalarımda başlangıç hikâyesi oldu.

“Her konuşma sonrası masama oturup ağladım”

● Kariyerinizde en büyük zorluğu nerede yaşadınız?

IBM PC satıcılığı yaptığımız Bordata’da o kadar başarılı olduk ki, Digital’in genel müdürlüğü için teklif aldım. O zaman da Türkiye’de üç tane büyük bilgisayar şirketi vardı, bunlar IBM, Digital ve HP idi. Altı ay süren bir seçim sürecinden sonra Digital genel müdürü oldum ve İstanbul’a taşındım.

Digital’da karşılaştığım manzara şöyleydi; cirolar düşüyordu, şirket içinde bir gruplaşma vardı, hatta iki düşman grup adeta birbiriyle savaşıyordu. Çok fazla ürün vardı. Bence büyük potansiyeli olan ağ sistemlerine kaynak ayrılmıyordu. Pazarlama yoktu. Yeniden bir yapılanma, ciddi miktarda bir küçülme gerekiyordu. 111 kişilik kadroyu 48 kişiye indirmek zorundaydık. Herkesi dinledikten sonra, kavga eden bir grubu, onlarla anlaşarak şirketten çıkardım. Bir kısmı kendi isteğiyle ayrıldı. Ayrılanların büyük bir kısmını ise onlara önceden haber vermeden işten çıkartmak zorunda kaldık. Hiç unutmuyorum, bir Cuma günü insan kaynakları müdürümüz Murat Kaan Güneri bu arkadaşlarımızı tek tek odasına çağırdı. Kendi odamdan Murat’ın odasına giren ve çıkanları görüyordum. Odadan şoke olmuş ve yüzleri bin parça çıkıyordu insanlar. Tazminat ve mesai ücretlerini tam olarak hatta daha cömertçe ödedik. Gözlemci olarak zor bir gün geçirdim. Hafta sonu da zor geçti. Pazartesi günü sabahleyin erkenden tabii işe geldik.

İnsan kaynakları müdürümüz odama gelerek “Şahin, hafta sonu feci bir kâbus gördüm. Rüyamdan fırlayarak uyandım” dedi. “Ne oldu Murat?” dedim. “Vallahi sorma” dedi, “ben bu kişileri işten çıkarttım. Hepsine çıkış kâğıtlarını verdim, sonra senin ofisine geldim rüyamda. Sen de çekmeceni açtın, bana çıkış kâğıdımı verdin.”

Yıllar sonra HP Türkiye Genel Müdürü olduğumda benzer bir durumla karşılaştım, bu sefer otuz kişiyi işten çıkartmak zorunda kaldık. Gerek insan kaynakları müdürümüz, gerekse kendi bölüm müdürleri işten çıkartma konuşmaları yapma konusunda gönülsüzdü. Bu otuz kişiyi odama tek tek çağırdım ve işten çıkartma konuşmasını ben yaptım. Her bir konuşma sonrası kapıyı kapatıp masamda duygulandığımı, ağladığımı hatırlıyorum. Hatta şimdi size anlatırken bile duygulanıyorum ve orada gelecek kariyerim ile ilgili bir karar verdim. “Erken emekli olacağım, sektör bağımsız çalışan bir yönetim danışmanı olacağım ve kendimi sürekli geliştireceğim ki firmalar çalışanları böyle işten çıkartma zorunda kalmasın. Öğrendiklerimi ve bildiklerimi başkalarıyla cömertçe paylaşacağım.” Nitekim 55 yaşındayken emekli olup bir yönetim danışmanlığı platformu kurdum.

● HP Genel Müdürlüğü döneminizden aklınızda kalan bir anınızı dinleyebilir miyiz?

TİM’in organizasyonuyla farklı şehirlerde dijital ekonomi ve strateji konularında konuşmalar yapmaya başlamıştım. Bu konuşmalarda ne şirketimle ne de ürünlerimizle ilgili bir şey söylüyordum. Geleceğin iş dünyasını, yani bugünü anlatıyordum. Bilişim ve işin iç içe geçeceğini anlatıyordum. Donanım ve yazılım robotlarını anlatıyordum. O zamanlar bir hayaldi, görüntülü konuşma yapacağımızı anlatıyordum. Dinleyiciler de genel müdürlerin detaylı ve vizyoner konuşma yapmalarına alışık değillerdi. İlgiyle dinliyorlardı ama “anlat anlat heyecanlı oluyor” havası da vardı. Her vizyoner konuşma sonrası “sorunuz var mı” diyordum, gene vizyoner bir soru bekleyerek… İnanın her şehirde aynı soru soruldu bana: “Şahin Bey, HP yazıcıların kartuşları neden bu kadar pahalı?”

Türkiye’de “beni yerimden eder” düşüncesi var

● Amerikan ve Türk iş kültürleriyle ilgili gördüğünüz en bariz farklılık nedir?

İş hayatıma Amerika’da başladım, döneli 38 sene olmuş. O zamanlar Türk iş dünyası çok fazla ciddiydi. Şimdi yeni jenerasyon dijitalleşme ve küresel etkilerle daha rahat. Ama bir şey var ki o değişmedi. Amerika’da çalıştığım yıllarda şunu gördüm; Amerika’daki liderin vazifesi şirketini büyütmek kadar başka liderler de yetiştirmek. Şirketini büyütürken yeni liderlere ihtiyacı olacağı için lider yetiştirmeyi vazifesi olarak görüyor. Türkiye’de ise hâlâ şu düşünce var; “yanımda çalışan kişiyi öne çıkartırsam beni yerimden eder.” Danışmanlık platformumuzda 70 civarında kuruma hizmet veriyoruz. Bu endişeyi hepsinde olmasa da birçok kurumda hâlâ görüyorum. Gördüğüm en önemli fark bu. Yoksa birçok konuda artık biz dünya çapında kabul görmüş yönetim stillerini, tekniklerini kullanıyoruz. Fakat bu içimizdeki ‘beni yerimden eder’ endişesini bir türlü atamadık. O yüzden dertliyim. Bunu kendime dert ediniyorum ve danışmanlık yaptığım tüm şirketlerde bunun hatalı olduğunu anlatıyorum.